Ali CÖRE

Ali CÖRE

Erik Ağacı

Erik Ağacı

Bu ramazanda neyi özledim biliyor musunuz?

Arkadaşlarımla birlikte komşuların bahçelerinden sarkan ağaçlarından 'yolduğumuz erikler'le iftar vaktini beklemeyi.

Dişlerimi kamaştıran sulu ve ekşi yeşil erikleri.

Bu gün de çocukluğumdaki gibi erik ile iftarımı açtım. Meğer ne kadar çok özlemişim onu. Yüzümü buruşturarak ısırmayı, dişlerimin arasındayken çıkan katur-kutur parçalanma seslerini..

Bana göre yeniden doğmanın, var olmanın simgesi, baharın müjdecisidir erik ağacı.Kışın arkasından güneş kendini gösterir göstermez acele ile çiçeklerini patlatır erik ağaçları.Gelin gibi donanır.Erkenden ortaya çıktığı için bazen kara yakalanır. Çiçeklerini döker.Eriğin başına gelen bu elim olay sevenlerinde iç burukluğu hasıl eder.

Yeşil erik benim için çocukluğumun, beyaz erik çiçeği gençliğimin ve umudumun simgesidir.

Erik ağacı memleket demektir.

Nerde bir erik ağacına rastlasam Taşköprü gelir aklıma. Taşköprü ‘deki bahçelerde her iki ağaçtan biri erik ağacıdır. Diğeri de dut. Bizim oraların yerlisidir sanki erik ağaçları.

Annem benim doğum tarihimi hatırlamıyor. Aklında kalan eriklerin çiçek açtığı günler.Yani ben eriklerin çiçek açtığı günlerden bir gün de doğmuşum. Belki de aramızdaki bu gizli bağdan dolayı ayrı bir sevgi ve muhabbetim vardır erik ağacına.

“Aş erme” deyince de benim aklıma hemen yeşil erik gelir.Sanırım çocukluğumda annemler bir gelinin aş ermesinde erik canı çekmiş te onu konuşmuşlardı benim yanımda.O günden beri hep erik ve aş ermeyi birlikte hatırlarım.

Erik çocukluğumuz, neşemiz, umudumuzdu.

Paylaşma duygusunun biraz zevkli biraz da zor olduğunu erik yerken öğrenirdik. Okul yolunda Cebimize doldurduğumuz erikleri yiyerek okula giderken yanımızdaki arkadaşlara dan ikram etmenin, paylaşmanın zorluğunu öğrenirdik.

Bu sayede arkadaşlarımızın cömertlik derecesini görmüş olurduk. Tabiki sevdiğimiz arkadaşlara karşı daha bir cömert davranırdık.

Hiç unutmam ilk okula giderken bir arkadaşımız cebindeki erikleri bize dağıttıkdan sonra ağlamaya başlamıştı. Şimdi eli sıkı bir esnaf oldu..

O mevsimde en heyecanlı ve eğlenceli oyun, komşuların bahçelerinden #erikyolmak tı. Bu iş, bir ekip işi, takım işiydi. Öyle ki organize çalışmayı gerektiren bir ‘performans sanatı’ bile diyebilirim o işe.

Bazen aramıza mahallemizin kızları, hatta ablaları da katılırdı.

Bizden erik yolup kendilerine getirmemizi ‘rica’ ederlerdi.Onların bu ‘teşvikkar’ ricalarını biz biz ‘emir’ telakki ederdik. Bunun üzerine tüm cesaretimizi toplayarak ve fedakarlığımızı ortaya koyarak doğruca görev başına koşardık. Ne demişler 'yarım elma gönül alma'.

Genellikle ikindi serinliğinde koyulurduk o işe.Çünkü bu saatlerde bahçeler tenha olurdu. Ev hanımları akşam telaşı ile mutfakta meşgul olduğu için bahçelerden elini eteğini çekerlerdi.Bahçeler bizim için daha güvenli sayılırdı bu saatlerde.

Bazen aklımıza yatmadığı olurdu , vicdan yapardık. 'Caiz mi, değil mi? Bu iş hırsızlık mı yoksa yolsuzluk mu?'

Ta o zamanlarda bile tartışma konusuydu bu iş. İçimizden birileri 'hırsızlık' dese de buna biz çoktan mahalle hocalarımızdan fetvasını almıştık. Göz hakkı..Evet ‘göz hakkı’ diye bir şey varmış.Ve ‘göz hakkı mubah imiş’(!) Ama dallarını kırmamak kaydı şartı ile..

Yaptığımız iş meşru,mubah ve dahi caiz olsa bile biz yine de tedbirli davranır, işimizi şansa bırakmazdık. Ola ki bahçe sahibinin böyle bir fetvadan haberi olmaz ya da bu fetvayı kabul etmeyebilirdi.

İşin ucunda yakalanmak vardı, sopa yemek vardı ya da kaçarken düşüp sakatlanmak vardı.

O yüzden önce bir keşif yapar, saha güvenliğini sağlar, emniyet tedbirlerini alır sonra eyleme geçerdik. Biri birimizin sırtına basarak kimimiz tahta darabalardan komşunun bahçesine süzülür, erik dalına tırmanırken kimimiz de geriden bekçilik yapardı.

Bir gün iş başında iken bahçe sahibi Şerife Teyze bir arkadaşımızı erik dalında yakalamış.Elindeki tahta parçası ile çocuğu dövmeye başlamış.Arkadaş 'teyze vurma etme' dese de dinlememiş.Sonunda arkadaş cesaretini toplayıp kadının elinden 'zopayı' alıvermiş. Kadıncağız zor kurtulmuş..

Erik dalında bi taraftan midemizi bi taraftan da cebimizi ve koynumuzu doldurur sonra da bir köşeye çekilir ağzımızın suyu aka aka, dişlerimiz kamaşa kamaşa hepsini bitirinceye kadar yerdik. Zaten başka türlü de olmazdı.Bi kere yemeye başlayınca bırakamazdık. Belki çok kaçırdığımız için karnımız şişer,hatta ağrırdı bile.Ama dedim ya erik yemenin dayanılmaz zevki akibeti düşündürmezdi.

#Enlezzetlierik manav reyonundan alınan değil bahçelerden yolduğumuz eriklerdi.

Şimdi çok uzaklardayım erik diyarlarından. Buralarda yeşil erik bulmak mümkün değil.Ancak Türkiye’den arada bir Türk marketine gelirse ve haberimiz olursa alabiliyoruz.

Varşova'nın iklimi bizdeki gibi can eriği ya da papaz eriği yetişmesine müsait değil. Baharda yol kenarlarında, parklarda çiçek açmış erik ağaçları göze çarpsa da bizdekiler gibi meyve vermiyorlar. Küçük ve aşırı ekşi oluyorlar. Hem buranın halkı yeşil eriğin mideye zarar vereceğini ve o haliyle yenmemesi gerektiğini düşünüyorlar. Burada siyah erik meşhur. Siyah eriği çikolata ile kaplayarak çikolatalı erik yapıyorlar.

Bizim oralarda erikten marmelat (pelverde) yapmak da çok yaygındır. Sap sarı sararmış,lokum gibi yumuşaklaşmış, yere düştüştüğünde üzüm gibi patlayacak şekilde kendinden geçmiş erikler toplandıktan sonra kevgirden geçirilerek sıkılır, suyu kaynatılır ve marmelat yapılır. Bu erik sıkma işi ap ayrı bir aktivite ya da etkinlik olur kadınlar için.

Annem ilerleyen yaşına rağmen erik sıkmaya devam ederdi. Evden uzak kaldığında bile eriklerini komşularına zimmetlemeyi ihmal etmezdi.

Ben eriğin yeşilini sevmişimdir.Dallarında sarıp, kızarmaya başlayan erikleri görünce erik mevsimi geçiyor diye içimde bir miktar üzüntü hasıl olurdu.

'İnsan neden uzak kalırsa onu özler' derler ama ben hep eriği oldum olası özlem duyarak yemişimdir. Yanındayken bile özlediğim bir meyvedir.

Şimdi eriğin yeşilini de, olgunlaşmış sarı halini de gerçek sahiden özlüyorum..

Ellen Marie Wiseman, Erik Ağacı adlı kitabında sanki benim duygularıma tercüman olmuş: “Neyi özlüyorum biliyor musunuz? Isaac ile birlikte yumuşacık ekmek üzerine sürüp yediğimiz erik reçelinin tadını. O erik reçeli benim çocukluğum, hayallerim ve umutlarımdı. Ah Isaac... İnançlarımız yüzünden bu savaş bizi ayırsa da kalbimdeki seni nasıl alacaklar? Ben, Christine Bölz, her neredeysen orada senin yanındayım. Seni seviyorum, sevgilim ve senden hiç vazgeçmeyeceğim. Hem aşk için kimler neleri feda etmedi ki..”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan, isimsiz ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Eğitim Sistem yapılan yorumlardan sorumlu değildir.
Ali CÖRE Arşivi