Ah o çocukluğumuz

Aydın UZKAN

"Ben küçükken" diye başlayan cümleler vardır. Belli bir yaşı geçince daha sık tekrarlanan bir kalıp olur dilimizde. Her hecesinde ayrı özlem, her kelimesinde ayrı bir anı saklıdır. Aklımızdan çıkmayan ömrün anavatanıdır çocukluğumuz. Hüzün kırıntıları ve sevinç pırıltılarıyla, capcanlı durur zihnimizin dip köşesinde.

Biz küçükken çok büyüktük. Kollarımızı açtığımızda dünyayı kucaklardık. Öyle bir hazzı vardı ki, doğal ve bitmeyecek sandığımız. Okul çıkışı yorgunluğumuza aldırmadan sokaktaki cümbüşe katılır, yatsı ezanına kadar oynardık.Gün batımından sonraya kalan ve ertesi gün bunun tekrarı için beklediğimiz heyecan dolu bir dönemdi. Geceler kara örtüsünü giymek bilmezdi kolay kolay. Sinsi karanlıklar uğramızdı mahallemize. Gün biter ve masum haylazlıklarımızı sarardık masmavi rüyalarımıza.

Sanal oyunlar sızmamıştı daha dünyamıza. Çocuksuz parklar yoktu rezidansların ortasında. Sadece sağımız solumuz değil, tüm yönlerimiz sobeydi. İnternet paketsiz oyunlar, şarjı bitmeyen oyuncaklar,çıkarsız ve hesapsız arkadaşlarımız vardı. Sosyal medyada yüzlerce takipçimiz yoktu ama bizi özleyen onlarca arkadaşımız vardı. Arkadaş edinmek, ördek yavrularının, suya dalar dalmaz yüzmesi gibi doğaldı.

Kalbimiz sokaktaki çamurlu yollarda atardı. Yollarımız bozukta ama çocukluğumuz sağlamdı. Her sokağın mutluluğu, heyecanı, canlılığı bizdik. Anne yarısıydı komşu teyzeler. Endişemiz, taciz ve kaçırılma gibi korkular değil, komşunun bahçesine düşen topun patlatılmasıydı.

Küresel ısınma kâbusu yerine yaz gibi yazımız, kış gibi kışımız vardı. Burnu hormonsuz havuçlardan, gözleri kömürden kardan adamlar yapardık. Ne kibrit kutuların kibrit kutusu, ne elektrik boruları elektrik borusu ne de gazoz kapakları sadece gazoz kapağı idi. Nesneler, hayallerin izinde olmadık oyuncaklara dönüşüverirdi. Kulaklarımıza taktığımız mandallar acıtmazdı hiç. Sarılar sarı ve yeşiller daha bi yeşildi.

Hijyen nedir bilmezken dayardık ağzımızı mahallesin çeşmesine. Dört kişi ısırırdık bir elmanın her yanından. Doyumsuz değildik böylesine. Meyveler marketteki reyondan değil, ağaçtan alınırdı. Küpe zannettiğimiz kirazlar vardı. Hamburger yerine mis gibi mandalina kokardı beslenme çantamız İğde ve kırık leblebi eksik olmazdı avucumuzdan. Belki fakirdik ama mutluyduk

Mahallenin en sonundaki fırından gelen ekmek kokusu cezbederdi. Yarısı yolda bitmiş ekmekler şişmanlatmazdı bizi. Annemiz gerek duymazdı ek gıdalara. Bisküvi arası lokum, pahalı menülerdeki tatlılardan daha çok tatmin ederdi kursağımızı. Ne asansörü vardı evimizin ne yürüyen merdiveni. Terin suyun içinde çıkardık eve.Anamızın güllü bardağından korkmadan içerdik filtresiz abı hayatı.

Hanedeki kalabalık nüfusa anca yeterdi yemek. Tabakta kalan lokmaların, arkamızdan ağlayacağını sanırdık. Dibini sıyırmak ayrı bir zevk olurdu. Obozite nedir bilmezdik. Bu yüzden hamile zannederdik şişman amcaları.

El örgüsü kazaklarımız vardı modası geçmeyen. Öyle pahalı spor ayakkabılarımız da yoktu. Markası değil gökkuşağına benzeyen renkleriydi bizi mutlu eden. Bir lastik çizmenin sevinci bile sabaha dek uyutmazdı. Varın bolluğu değil, yokun çokluğu vardı.

Her taşa öpücük konduran kanayan dizlerimiz vardı. Ve iyileştikçe kalkan kabuğuna her gün şahit oluğumuz yaralarımız. Acıla yara bandıyla geçer giderdi. Havan topu ve mayınla havalara uçmazdık. Gözyaşından nehre dönmezdi analarımızın avuçları. Sevinçlerdi bizi yükseklere zıplatan.

Beklemeyi bilirdik. Şirinleri izlemek için sabah erkenden kalkar televizyon önünde nöbet tutardık. Şimdi tabletlerle uyur olduk ve izlemek istediğimiz ne varsa bir tık uzakta. 2010 da yapılan bir araştırma sonucuna göre, ilkokul çocukları günde 7.5 saat eğlence teknolojilerini kullanarak vakit geçiriyor. Üstelik bu çocukların % 75’nin kendi odasında televizyon bulunuyor.

Dört gözle beklenen bayramlar vardı. Bayramlıkların özenle ve detaylıca hazırlandığı. Usanmadan kapı gezilip, kimin daha çok şeker topladığının müzakeresinin yapıldığı. Şimdi bayramları tatil yaptık. Hafta sonlarını da katıp, yıldızlı otellerde eş dosttan uzak soyut sevinçler yaşar olduk. Büyüdükçe küçüldük aslında.

Radyasyon emenmiş duvarları vardı ipoteksiz evlerimizin. Beşik gibi sımsıcak sarardı bedenimizi ve ruhumuzu. Penceresinde yağmuru seyreder, iliklerimizi kadar ısıtan sobasıyla dalardık uykuya. Selfie ve durum bildirisi ile yiyip içtiğimizi cümle aleme servis etmezdik. Ne yaşanırsa içerideydi. Gösterişi değil paylaşmayı severdik. Bir evi paylaşamayanlara inat, aynı leğene sığabilen dört kişiydik. Yerimizi yadırgamazdık. Kafamız kadar rahattı döşeklerimiz.

Pedagogların ve uzmanların yöntemleriyle değil, konu komşunun, anne babamızın yaşam tecrübeleriyle büyütülen bir nesildik. Artıları ve eksileriyle bir bütündük. Zaman geçti, bizde büyüdük. Şimdi bunları düşünüp "hey gidi günler hey "diyerek iç geçirir olduk. Çünkü çocukluğumuz bedenimizde değil ruhumuzda iz bırakmıştı. Ve bu iz bir doğum lekesi kadar kalıcıydı !

Hep geçmişe özenir olmamız bunlardandı. ‘’Bizim zamanımızda’’ diye başladığımız cümlelerin ardında bu tatlar vardı hep. Mustafa Yıldızdoğan’ın Böyle Değildik şarkısında dediği gibi "Sabır vardı, şükür vardı, sır vardı. / Edep vardı, haya vardı, ar vardı / Gönül vardı, sevda vardı, yar vardı / Sevgiden yılmazdık, böyle değildik…’’ Belki bir dinozor değildik ama bizde tükendik!

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan, isimsiz ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Eğitim Sistem yapılan yorumlardan sorumlu değildir.