Öğretmenlikte ilk gün

Ali CÖRE

Ortada kahve renkli bir sekiz kişilik yemek masası.

Masanın etrafında kimi takım elbiseli, kimi önlüklü biraz da yaşlı duran ve rahat tavırlarıyla oturan erkekler. Belli ki bu meslekte eskiler.Hepsi de kıravatlı. Önlükleri biraz morarmış, kollarındaki ütü izi iyice kalınlaşmış.

Masanın ortasında tabanı sulu bir çay tepsisi. İçinde tabaksız ince belli çay dolu bardaklar.
Şu köşeye elektrikli çay makinası bu yılda kurulmamış. Hal bu ki kaç kere gündem yapılmıştı.Aslında kantinci çocuk biraz geç getirse sıcak sıcak içilebilir çaylar.
Öyle bir teşkilatı kurmak zordu bu odaya.Kim temizleyecek, kim demleyecekti. Hem buharından ve kokusundan zaten dar olan odanın içinde nasıl durulacaktı.
Evet burası öğretmenler odasıydı.

Masa başındakilerin çay muhabbetinin arasına bir soru cümlesi girdi. Sözel, sayısal ve eşit ağırlık sınıfları hangileri? Tek tek bunları saydılar.

Duvar kenarlarında yan yana dizilmiş sandalyeler ve bu sandalyelerde her an kalkacak gibi oturmuş gençler. Konuşulanları dinliyor. Hepsi tiril tiril. Kar gibi beyaz önlükleri. Kollarındaki ince ve tek çizgili ütü izlerinden belli ki, bu gün ilk kez giyiliyor o önlükler. Çekingen, utangaç ve meraklılar.Söylenenleri sessizce dinleyip, onlar ne yapacaksa bunlar da aynısı yapmak için beklemekteler.

Tecrübeli öğretmenler tekrara kalan öğrencilerin durumlarını isimleri ile birlikte tek tek müzakere ediyorlar. O kadar isim nasıl akılda kalmış? Nasıl tanınmıştır? Sanki kırk yıllık arkadaşlardan bahsediyorlar.

Onların yaptıkları yaramazlıkları,ders kaynatmaları, devamsızlıkları, velilerinin şekvaları tek tek anlatılıyor, kimisine acınıyor, kimisine sitem ediliyor.
Bu gidişle bazıları ömür boyu kazanamayacaktır.Ama öyle denmemelidir.Mesela Şaban. Nasıl da kazanmıştır beşinci yılında? Meğer garibim yanlış alandan sınava hazırlanmış onca yıl.Ama başarmış. Kolay mı hukuk kazanmak.Bu bakımdan öğrenciler iyi analiz edilmeli, iyi rehberlik yapılmalı. Tercih aşamasında yardımcı olunmalı.

Duvar dibindeki oturanlar düşünmeye başlıyor. Alan,rehberlik,tercih? Üniversitede hiç bunlardan bahsedilmemiştir.

Usta öğretmenler öğrencilerle ilgili hatıralar anlatıp gülüşüyorlar.
Bir öğrenci vardır ki, ikinci yılında dayanamayıp iki senedir anlatılan ve bir türlü ders ile nasıl alakası olduğunu anlamadığı “fıstıkçı şahap”ı sormuştur.Herkes bu soruyu kimin sorduğunu bilmiştir.
Gerçekten de bu “fıstıkçı şahap”ın kimdir?

Bu arada al yazmalımın melodisi çalıyor. Duvar dibindekiler toparlanıyor.Onlardan birisi koltuğunun altındaki karton dosyasını açıyo, kontrol ediyor. Ders notları,örnek sorular, kapağın iç yüzüne yapışık ders programı çizelgesi tamdır.
Diğeri ceplerini yokluyor. Kırmızı,sarı mavi tebeşirleri kontrol ediyor. Beyaz tebeşirlerden bir tane daha atıyor cebine.
Öteki, aynanın karşısında saçlarını tarıyor. Kıravatını hafifçe ortalıyor.
Önlükler iliklenip,ayakkabıların ışıltılarına bakılıyor. Tam kapıdan çıkılırken masa başındakiler uyarıyor.
—Arkadaşlar bu öğrenci zili. Öğretmen zili değil.Daha bizimki çalmadı.
Ha öylemi?

Oturuyorlar. Ama bir tuhaflık var. İstemsiz hareketlere başladı dizleri. Titriyor muydu ne?
Ceplerine sokulu ellerinin avucunda da tebeşirler hafif ıslanmıştı. Ellerini çıkardılar, avuç içleri de boyanmıştı. Diğer cepten çıkan selpak ile sildiler. Üflediler ama avuç içleri bir türlü kurumuyordu. Derken al yazmalım bir daha çalmaya başladı.

Bu kez masa başında oturanlar da kalkıp kapıya yöneldiler.Ve içlerinden birisi duvar dibinde oturanları teskin ediyordu:
—Arkadaşlar hiç heyecana gerek yok,panik yok,onlar sizin kadar bilgili değiller, ilk kez derse girdiğinizi belli etmeyin,tecrübenizi konuşturun.
Hep birlikte şimdi merdivenlerden çıkıp sınıflara gireceklerdi. Ne söyleyecek,ne anlatacaklardı? Hiç bir şey yoktu şu an kafalarında.Ya zor bir soru sorulursa ilk gün? Ya yanlış çözülürse o sorular?

En iyisi ilk gün muhabbet edilmeliydi. Kendilerini tanıtmalı.Nerde doğmuş? Nasıl kazanılmış o üniversiteler? Nasıl da bitirilmişti o fakülteler,vizeler,finaller nasıl geçilmişti?
Peki onlara ne ki hocanın bu anlattıklarından. Birisi çıkıpta “hocam derse başlasak artık” derse ne yapılacaklardı?
En iyisi akışına bırakmaktı ilk dersi.
Ve nihayet kapıdan içeri girdiler.

O da girdi. Bazı öğrenciler ayağa kalktı,bazıları kalkmadı. Ayağa kalkmayanlar biraz kart, biraz eski öğrenciler gibi duruyordu. Hocamız bir süre bekledi. Onlarda kalktıktan sonra yürüdü. Pencerelerin önündeki köşeye sıkışmış öğretmen masasının üzerine dosyasını koydu.Önce sınıf defterini açtı. Listeyi tek tek okumaya başladı. Bir taraftan da göz ucuyla onlara baktı. Birkaç kişi yoktu.

Tahtanın ortasına geldi. Ama bir sorun vardı. Ellerini ne yapacak, nereye koyacaktı şimdi? Pantolonun cebine mi, önlüğe mi? Ceplere sığmıyordu elleri. En iyisi birleştirmek, bağlamaktı. Arkaya mı? Yok olmaz öyle. Külhan beyi gibi olur. Önünde birleştirsin o zaman. Göbeğinden mi,göğsünden mi? Göbeğinden olmaz. Göğsünden birleştirse kadın gibi durur. Elleri yetmiyormuş gibi şimdi de kolları da uzamaya başlamıştı. En iyisi salmaktı.Ellerini de kollarını da salıverdi. Yavaş yavaş konuşmaya başladı. Eli ve kolu da eşlik ediyordu konuşmalarına.Ama merdivenden çıkarken aklına gelenlerin hiçbirini söylemiyordu. Önce adını söyledi arkasından başladı anlatmaya.

—Arkadaşlar dersimiz coğrafya.Bu sene coğrafya dersini birlikte işleyeceğiz.

Konuşurken kimseyle göz göze gelmek istemiyordu. Coğrafyanın sınavlardaki ağırlığından ve öneminden bahsediyordu.
Bir ara arka sıralardaki iri yarı ve hafif sakallı birine gözü ilişti. Sıraların arasından ayakları koridora taşmış, ileriye doğru uzanmıştı. Nerdeyse ayakkabı numaraları okunacaktı. Belki de evliydi ve üstelik baba bile olmuştu o.

Uzun uzun coğrafyanın hem sınavlardaki öneminden hem de ülkemizin gelişip kalkınması açısından önemini anlattı durdu. Öğrenciler biri birine bakarak hem dinliyor,hem de fısıldaşıyordu.
—Bu da çok abarttı. Nerdeyse coğrafya bilmeyen cennete giremez diyececek az daha.

Durumu fark etti.Biraz konferans gibi olmuştu. Ama olsundu. İlk dersi doldurmuştu ya.

Ve bir soru yöneltti sınıfa.
—Arkadaşlar dünyanın şekli nasıldır?
Cevaplar havada uçuşuyor, çarpışıyor yerlere dökülüyordu kahkahalar altında.
—Armut gibi hocam.
Hemen itiraz geliyordu başka bir öğrenciden.
—Ne armudu lan.Kafayı mı yedin sen. Hocam dünyanın şekli elmaya benzer elmaya.
Arkadan bir uğultu,bir kahkaha daha.
Başka birisi daha söz aldı:
—Hocam kısaca top diyebilir miyiz dünyaya?
Bu daha büyük bir kahkahaya neden olmuştu.
En sonunda hoca cevabı verdi;
—Geoid. Peki geoid nedir?
Cevap yok.
Eline tebeşiri aldı. Tahtaya doğru yürüdü. Tek eliyle bir hamlede soldan sağa doğru pergel gibi bir daire çizdi. Döndü öğrencilere tekrar sordu:
—Bu şeklin adı nedir?
—Dairedir hocam.
—Yuvarlak!
—Çember, çember!
—Top hocam!
Beklediği cevap ta bunlar değildi.

Tekrar bir soru daha yazdı tahtaya.
—Çember,daire ve kürenin biri birinden farkı nedir?
Hep bir ağızdan tek bir cevap gelmişti bu kez.
—Hocam biz sayısalcı değiliz. Geometriden kaçtık geldik buraya?Onları bilsek mühendis olurduk.

Kahkaha, gülüşmelerle karışık tartışma ve uğultunun arasından al yazmalım tekrar çalmaya başlamıştı.
Hocamız derin bir nefes aldı. Ne çabuk ta bitivermişti.
Sıralar yerinden oynadı.Herkes ayaklandı. Hocamızda sınıftan çıktı. Merdivenlerden bir inişi vardı ki, ona inmek değil uçmak denirdi.
Artık öğretmenler odasına muzaffer bir komutan gibi girebilirdi.Bu halini annesi babası bir görseydi kim bilir nasıl sevinirlerdi.
Bu arada aklına bir soru gelmişti. Acaba az önce ders anlattığı sınıf neciydi? Sosyal mi,türkçe sosyal mi yoksa eşit ağırlık mıydı?
Neyse hiç önemli değil, o ilk günün heyecanını yenmişti ya.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan, isimsiz ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Eğitim Sistem yapılan yorumlardan sorumlu değildir.