Ali CÖRE

Ali CÖRE

Baba Ocağı

Baba Ocağı

Çocukluğumuzda onun radyosundan yayılan türkülerle gözümüzü açar,yorganımızın altından çıkıp onun sıcaklığına koşardık.

Her sabah namazla birlikte “ocağı”nı yakar,közüyle semaverinde çayını demlerdi. Semaverin buharına karışan taze çayın kokusu ile içimizi ısıtır, yanında ikram ettiği büskivi ile kahvaltı öncesi açlığımızı yatıştırırdı.

O zamanlar farkında olmadan yaşardık "Baba Ocağı"nın sıcaklığını.

Bayramlarda daha bir sıcak olurdu “Baba ocağı”. Bütün çocuklarını çekerdi onun sıcaklığı.
Her bayramda onun biraz daha çocuklaştığını görürdük. Bayrama doğru tatlı bir telaş sarardı,heyecanlanırdı çocuk gibi. Bayram öncesi karısı ve geliniyle evin eksiklerini belirler, çarşı ve pazardan alınacakların listesini tutardı.
Arkasından ikramları merak eder, neler hazırladıklarını sorar, çalışmalarla yakından ilgilenirdi. Sarmalar, baklavalar, böreklere kadar, bir bir, kaçar tepsi yapıldığını öğrenirdi. Bu yüzden evin büyük gelini bazen onu çok titiz bulur hafif yollu şekva ederdi.
Kendisi her yemeği yemez,yemek seçerdi. Soğanlı ve etli yemeklerden uzak dururdu. Bir keresinde gelini muziplik olsun diye mantarlı ekmek yerine kıymalı saç ekmeğini yedirmişti de o bilememişti.
O yemek seçse de misafire ikramdan geri durmazdı, misafire yapılan ikramların israf sayılmayacağını söylerdi. "Misafir on rızıkla gelir birini yer, geri kalanını ev sahiplerine bırakıp ta gider" derdi.

Cuma günleri hayvan pazarı kurulurdu mahallemize. O, günler öncesinden bu pazara gider kurbanlığını seçer getirirdi. Hz. İbrahime koç geldi diye hep koç almaya çalışırdı. "Bu mübarek hayvanlar bizim binitimiz olacak, o yüzden en iyisini seçmek lazım" derdi.

Oturduğumuz evin altındaki damda veya avluda bir kaç gün misafir ederdik kurbanlığımızı. Gündüzleri de arka bahçede otlatır,bayram sabahına kadar özenle besler, bakımını yapardık.

Arefe günü para bozdurmaya bakkala gider bayram harçlığı hazırlardı çocuklara. Bir taraftan da bıçaklarını bileyiler, parmağının ucuyla keskinliği kontrol eder, bıçağın "kıloğusu"nu almayı ihmal etmezdi. Bıçağı özeldi. Bizden kızınırdı onları.

Her kurbandan önce bize Hz. İsmail'in hikayesini anlatırdı, hem anlatır hem de hislenirdi. Taşı parçalayan bıçağın nasıl olup ta, Hz. İsmali kesmediğini anlamakta zorlanırdık o zamanlar. ”İyiki koç gelmiş ya değilse bizde kurban olur muyduk” diye konuşurduk.

O gün sabah namazını da camide kılmaya özen gösterirdi, bizim gibi zorlanmazdı,bizden önce camiye giderdi.
Bayram namazından sonra, ilk önce annem biraz çekinerek, biraz utanarak biraz da zorlanarak onun elini öper, sonra biz sıraya girerdik. Annemizin babamızın elini öpmesi bize komik gelirdi, gülüşürdük.

Namazdan sonra hep birlikte arka bahçeye iner, önce derin ve genişçe bir çukur açardık. Geriden geriye bize kazmayı küreği nereye vuracağımızı tarif eder,özen göstermemizi isterdi.

Daha sonra gayet nazik ve itina ile kurbanlığı bahçeye götürür, yönünü kıbleye çevirerek çukurun başına yatırırdık. Önce bir bez parçası ile yerde yatan hayvanın gözlerini kapatırdı. Kesinlikle hayvanın gözü önünde bıçak bilemez ve hayvana bıçak göstermezdi.
Arkasından usülünce ayaklarını bağlar, arka ayağının birini serbest bırakırdı. Son kontrolden sonra tekbirlerle hayvanı boğazlardı. Birden bire kafasını ayırmaz, bir müddet beklerdi.
O arada fındık fışkınlarından ince bir dal kesip güzelce soyardı,bir tane de kendir kecininden kısa bir üfleme aparatı yapardı. Hayvanın arka bacağına küçük bir çizik atar buradan fındık fışkınını sokarak hava yolu açardı. Daha sonra o çiziğe kendir keçinini yerleştirip bizden ağzımızla hayvanın derisini şişirmemizi isterdi.Sırayla gücümüzü test eder, eğlenceye dönüştürürdük bu işi. Babam ikide bir elini vurarak hayvanın iyice şiştiğinden emin olmak isterdi.
Yüzme işini kolaylayınca bir ağacın dalında askıya alıp derisini tamamen soyar, tuzlar ve bir köşeye saklardı.

Daha sonra etleri pay eder, tanıdığı fakir fukaraya gönderirdi.Bir seferinde " senin evin kalabalık, dağıtmak zorunda değilsin" demiştim de "oğlum bazılarının kursağına bir yıl hiç et girmiyor. Olur mu öyle şey? Sen yeni yetme hocaları boş ver,onlara kalırsa kurbanı bile inkar ederler” diye beni hafif yollu eleştirmişti.
İşimiz bitince arta kalan parçaları kazılan çukurun içine atıp üzerini kapatırdık. Etrafı güzelce süpürüp çevreyi temizlettirirdi.

Bu arada kızları ve damatları da gelir hep birlikte sofraya oturulurdu. O sedirdeki köşesinden hem bayram türkülerini dinler, hemde sofradaki çocuklarını ve torunlarının seyrederdi. Onları seyretmekten müthiş bir lezzet alır, bir kendi çocukluk günlerini anar, bir de bu günlerine bakarak şükrederdi. Zira o böyle mutlu ve sıcak bayramlar yaşamamıştı.

Kar kış demeden, hemen her bayramda başka yere değil onun yanına giderdik. Yol boyunca içimizi, neşe, çoşku ve sevinç kaplardı. İç Anadolunun geniş düzlüklerini ve ovalarını geçer, Ilgaz'ı aşar gelirdik.Baba ocağına yaklaştıkça hızımız artardı, ama biz hızlandıkça yollar da uzardı.

Biz yoldayken onun kulağı tetikte olurdu. Kapı çaldığında hemen ahşap merdivenlerin başında dikilir, bizi karşılar ve bağrına basardı. Yanaklarımda dudaklarının ıslaklığına karışan gözyaşlarının sıcaklığını hissederdim.
Küçük yaştan itibaren en uzakta ve en çok gurbette kalmam, okuyup gurbette evlenmem onu çok duygulandırırdı. O duyguyla bir bana bakar bir de yanımdaki gelinine bakardı.

Artık onsuz bayramlar soğuk,onsuz bayramlar ıssız. Baba ocağı gürül gürül yanmıyor.
Şimdi annem ısıtmaya çalışıyor bizi, ama ”anne sıcaklığı”,”baba ocağı” kadar ısıtmıyor bizi. Baba ocağını yakamıyor baba gibi. Toplayamıyor bizi "baba ocağı"nın başına.
Meğer bizi bir arada tutan onun varlığı imiş.
Ama olsun ben yine de gidiyorum. Onu ziyaret ediyor, Yasin ve Fatihalarla elini öpüyor, ayak ucunda oturuyorum. Üzerindeki otları temizledikten sonra izin alıp geliyorum.
Üşüyorum, kalbim, ruhum ve bedenim sıcak bir “baba ocağı” arıyor bayramlarda.
Her yıl daha sıcak günlere rast gelmesine rağmen, daha fazla üşüyorum bayramlarda.
Ve içimden babaları sağ olduğu halde baba ocağından kaçıp tatil beldelerinde bayram yapanlara acıyorum.
Ne mutlu baba ocağının kıymetini onların sağlığında bilenlere. Ne mutlu o sıcaklığı hissedenlere.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan, isimsiz ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Eğitim Sistem yapılan yorumlardan sorumlu değildir.
Ali CÖRE Arşivi