Ali CÖRE

Ali CÖRE

Çay Mahallesinde Çocukların Yağmur Duası

Çay Mahallesinde Çocukların Yağmur Duası

Dışarıda yağmur var,sicim gibi. TV yi kapatıyorum,camları açıyorum yağmuru dinlemek için uzanıyorum. Çocuklar soruyor yağmur nasıl dinlenir diye. Yağmur dinlenir.Hem dinlenir hem koklanır.
Ama buralarda yağmurun sesi güzel değil. Ne ses var dinlemeye ne de koku. Dışarıdan şakırtılar ve takırtılar geliyor. İstanbul'un ürkütücü ve sıkıcı gürültüsü sanki yağmura da sinmiş. Musikiden çok rep gibi,rock gibi bir ses. Zevk vermiyor bana, aradığım, özlediğim musiki bu değil.

Bizim mahallenin adı Çay Mahallesi idi. Sanırım baraj yapılmadan önce yüksek kesimlerden gelen sellerin bir kısmı bizim mahalleden ırmağa akıyordu. Yağmur sırasında çaya dönüştüğü için "çay mahallesi" denmiş herhalde.
Çocukluğumda çok büyük bir sel felaketi olmuştu. İnsan boyunu aşan sel ne bulduysa almış götürmüş. Evlerin altındaki sığırları damından çekip çıkarmış, mobilyalar, buz dolapları gibi koca ev aletlerini bile ırmağa taşımıştı. O selin izleri bazı evlerin avlu duvarlarında kalmıştı.

Bizim oralarda yağmur hem dinlenir hem koklanırdı demiştim. Evet yağ murun kendine göre bir musikîsi vardı bizim orda. Bir musiki gibi fasıl fasıl geçerdi yağmur üzerimizden. Rüzgar, ağaçlar, yapraklar ve taşlardan oluşan bir orkestra icra ederdi bu musikîyi. Önce serin ve nemli rüzgarın ağaçların dallarıyla oynaşmasından çıkan hışırtılar yayılırdı ahşap evlerimizin pencerelerinden odalarımıza. Arkasından yavaş yavaş yağmur damlalarının yapraklardaki şıpırtıları duyulur, biraz yoğunlaştığında taşlardaki tıkırtılar eşlik ederdi o musikîye. Kulaklarımız tam bu yumuşacık seslere alışmışken birden bire orkestrayı yöneten Şef büyük davullara emir verip onlardan ürkütücü gök gürültüsü sesin salardı ortalığa. O esnada annemiz ürpeti ile derinden bir "eşhedü enlâ ilahe illalah .." çekerek karşılık verirdi bu sese. Biz de arkasından dilimizin döndüğünce eşlik ederdik annemize.

Islanan toprağın içindeki sıcaklık yağmur suyunu buharlaştırır bu sefer rüzgar cennet kokusu gibi buhur buhur toprak ve ot kokularını evlerimize doldururdu.

Bu arada biz evlerimizin çıkmalarındaki sedirlerden ahşap pencereleri yukarıya doğru kaldırıp sokağı ya da arka bahçeyi seyrederdik.

Sokak köpeklerimiz, kedilerimiz bir evin kuruluğunda kıvrılıp yağmurun dinmesini beklerdi. Ne yazık ki burada onların sığınacağı kuruluk veya saçak altı bile yok. Benim oğlan bu gün bunu da sordu, sokak hayvanları şimdi ne yapar baba dışarda diye.

Pencerelerden arkadaşlarla karşılıklı tekerlemeler söylerdik. "Yağ yağ yağmur,teknede hamur. Ver Allahım ver, sicim gibi yağmur"
Anneler ve ablalarda beyaz başörtüleriyle camlardan başını çıkarıp karşılıklı muhabbet ederlerdi. Ama o arap kızını hiç göremezdik camlarda.

Yağmur etkisini azaltınca ne yağmurluk ne şemsiye arardık, kara lastik çizmelerimizi giyer sokakta biriken suların içinde oyunumuza devam ederdik. Şimdi gemi yapma zamanı gelmişti. Kağıttan yaptığımız "gemiciklerimizi" okyanus gibi su birikintilerinde yüzdürürdük. Çizmelerimiz bizi ayrıcalıklı kılardı yağmur sularında oynarken.

Sokaklarımız yağmurun arkasından tekrar kuş sesleri ve çocuk sesleriyle dolardı. Sanki suya kanan toprak ve bitkilerin sevincine sakalar ve serçelerle birlikte biz de eşlik ederdik. İçimizi çeşit çeşit kokular sarar, boynu bükülmüş çiçekler tekrar başını dikerdi göğe doğru.
Bu arada salyangozlar da uyanır otlarlarla sarmaş dolaş olurdu, Sığır Pazarının yanındaki elma bahçesinde bahçevan Ali Amca da elindeki naylon gübre çuvallarına bunları toplardı.
......
Bazen okul sıralarındayken yağmur yağar biz sınıfımızın camlarına koşar, bağırışırdık. Ama biz sevinirken  Ethem Köyünden gelen arkadaşlarımız tedirginleşirdi. Zira o zaman henüz o köprü yapılmamıştı. Nasıl geçeceklerdi o dereyi?

O zamanki çocuklar ne soğuktan,ne ıslanmaktan, ne de çamurdan etkilenmezdi. Annelerimiz de korkmazdı..
Şimdi buralardaki çocuklarımız ne güneşe seviniyor, ne de yağmura... sokaklarda yağmurdan sonra kuşların sesini de çocukların sesini de duyamıyoruz.
Taksiciler ve şemsiyecilerden başka kimse yağmura fazla sevinmiyor. Camlardan çocuklar istese de bağıramaz "yağ yağ yağmur" diye. Bağıramaz çünkü burda sicim gibi yağmur demek ev ve iş yerlerini su basması demek. Sicim gibi yağmur, alt geçitlerin ve metronun dolması demek. Sicim gibi yağmur,kanalizasyonun taşması, logar kapaklarının fırlaması, asfaltın çökmesi demek. Araçların sele kapılması demek.

Akşam haberlerde yağmur ve seli gösteriyor kanallar. Haberlerdeki o güzel bayan "şiddetli yağmur yüzünden.." deyince birden arap kızına dönüşüveriyor. Evet o hiç görmek nasip olmayan arap kızı şimdi TV nin camından bana bakıyor."yağmur yağıyor seller akıyor arap kızı camdan bakıyor. "Arap kızının dediği doğru mu? Yani yağmur sırasında İstanbul'da yaşanan bu olumsuzluklarda yağmurun suçu neydi ki?

Bizim oralarda yağmur değildi yağan,rahmetti ve ondan kaçılmazdı. Meleklerin kanatlarıyla süzülerek yere inerdi. Cennetin gülücükleri vardı o damlalarda. O dinlenir,içine çekilir, koklanırdı.
Kesinlikle " dışarıda felaket bir yağmur.. dehşetli bir yağmur.." diyen cümleler dökülmezdi dudaklarımızdan..
Evet ne diyordu o türkü;" Beni köyümün yağmurunda yıkasınlar, yıkasınlar"

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan, isimsiz ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Eğitim Sistem yapılan yorumlardan sorumlu değildir.
Ali CÖRE Arşivi