Ali CÖRE

Ali CÖRE

Eski Ramazanlar

Eski Ramazanlar

Henüz ilk okula başlamamış bir çocuk için “oruç tumak” ne demekti?
Gecenin bir karanlığında kalkıp “orucu tutmak”. Nasıl bir şey?
Av yapmak veya yakalamak gibi mi?

İsrarıma dayanamayan annem, o gece beni de uyandırdı. Baktım, herkes kalkmış yiyip içiyor. Hacivat-Karagöz dinliyor ve geri yatıyor. Gayet zevkli bir şeydi benim için. Ama ortada “tutulan bir nesne” ya da “canlı” göremedim. Meğer işin özünde gün boyu yemeden içmeden durmak varmış.

Arkasından çocukların orucunun farklı olduğunu söylediler. “Tekne orucu”ymuş.
Benim bildiğim tekne ile annem hamur yoğurur. Teknenin orucu nasıl bir şey ki?
Tekne orucu bazılarına göre sahurdan öğleye kadar, bazılarına göre de öğleden akşama kadarmış.

O gece hem Hacivat ve Karagöz’ü tanımış, hem de oruç tutmanın ne demek olduğunu az da olsa anlamıştım.
Yaşımız ilerleyince oruç tutmanın sadece aç kalmaktan ibaret olmadığını da öğrenmiş oldum tabi ki..

Temcîd

Sahurda kalkmak veya uyandırılmak büyüklük alâmetiydi. Akşamdan sıkı sıkı tembihlerdik annemizi.

Ramazan davulcusunu seyretmek de eğlenceliydi.Onun sesini duyduğumuzda pencereye koşardık.
“Ördek” lakabıyla meşhur bir ramazan davulcusu vardı.Bütün kasabayı,bir baştan bir başa tek başına gezerdi.
Yaz, kış demeden, korkmadan tek başına bütün ilçeyi dolanırdı.

Arada bir durup ramazan manisi de okurdu. Aklımda kaldığı kadarıyla en meşhur manisi;
“Besmeleynen çıktım yola
Selam verdim sağa sola
A benim ağalarım
Ramazanınız mübarek ola” şeklindeydi.

Ramazanın belli bir gününden sonra bahşiş verilirdi. Bahşişi isterkende ayrı bir mani söylerdi. Karanlıkta pencerelerden atılan bozuk paraları kaybetmeden toplardı.
Sonraları oğlu Hasan da davul çalmaya başladı. Ama o çok hızlı gider,babası gibi mani okumazdı.

Annem, yemek yapmak ve sofra kurmak için bizden önce uyur, bizden önce kalkardı. Bazen hamur yoğurur, teknenin başına geçer, ocaktaki saç üzerinde bazlama gibi ekmek yapardı. Arada bir teknenin üzerine başı düşer gibi olur,onu gören babam karşıdan seslenerek canlandırırdı.

Sactan inen o sıcak ekmek, tuzlu tereyağı ile yağlanınca çok lezzetli olurdu. Yanında çay,hoşaf ya da ayran ile hoş bir tat ortaya çıkardı.Daha başka bir şey aramazdık.

Annemin nasıl gözü alırdı da yapardı ki.

“Sahur” yerine “temcîd” kelimesi de kullanılırdı. Temcîd; kelime olarak “Cenab-ı Hakk’ı ululamak için söylenen ilahi” anlamına geliyormuş.
Mahallemizdeki cami imamı Taşköprü’nün meşhur hafızlarından Alamalı Hafız Hafızdı. (Salih Ünal Alamalı) Sabah ezanından önce çok güzel temcîd ilahileri okurdu.Ramazanın ilk günlerinde “hoş geldin” anlamında, “merhaba ey şehr-i Ramazan” şeklinde karşılama ilahileri; son günlerinde “el firak,el veda” şeklinde uğurlama ilahileri söylerdi.
Annemle ben pencereden dinlerdik. Yanık bir ses, içten gelen bir ihlas ve vaktin ruhuna uygun bir makam ile okuduğu için annem ağlardı.

Yaz Ramazanları

Yaz ramazanlarının tadı,zevki daha başka olurdu.Günler uzun ve sıcak olmasına rağmen eğlenceli ve lezzetli geçerdi.
Mesai sonu anne ve babaların paketlerle, filelerle eve dönüşülerini seyretmek, onların telaşını,şefkat ve merhametinin tecessümlerini gözlemlemek, benim için “mutluluğun resmi”ne bakmak gibiydi. Herkes aç,susuz ve yorgun olmasına rağmen tatlı bir heyecan ile koşuştururdu.

Kucaklarındaki kese kağıdı paketleriyle çocuklarına bir şeyler götürenler babalara, komşuları geriden geriye takılır,kucağındaki paketle birlikte iftara davet ederlerdi. Karşılıklı şakalaşmalar olurdu.

Oruç tutmayanlara gelecek olursak, onlar da saygı ve hürmetten geri kalmazdı.Açıktan yiyip içmezler, ulu orta sigarayla dolaşmazlar.İçki kullananlar bir ay da olsa ara verirlerdi.Lokantalardan,kahvehanelerden açık olanlar varsa da pencerelerine perde çekerlerdi.

Ramazanın vazgeçilmezi; pide ve pide kuyruğu..

İşin ilginç yanı ramazan ayında çocuklar birden bire büyür, kocaman adam oluverirlerdi. “Adam oldun artık” denilerek erkek çocukları,sürekli evin bir eksiğini tamamlar,çarşı ile ev arasında mekik dokurdu.

Ve istisnasız nerdeyse her gün pide kuyruğuna yollanırdı.

Pide almaya giden birini gören konu-komşular da o çocuklara sipariş verirlerdi.Arkasından bol bol dua ederlerdi. Ne onlar çekinirdi ne de biz yüksünürdük bu işlerden.

Bizim fırın Çokçapanların dükkanının karşısındaydı. Saatlerce pide sırası beklerdik. Elde karton kutular,yumurtalar metrelerce kuyruk olurdu. Kasadaki amca ise para almaya yetişemezdi.

Pide kuyruğundaki sohbetler,şakalaşmalar da çok hoş olurdu. Ee ne de olsa herkes bir birini tanırdı.

Bazen "tam sıra geldi" derken hamur bitiverirdi.Bazen de sıra geldiğinde istediğimizden daha az pide kalırdı.Yani altı pide almak için bekleyip dururken, sıra bize gelir ama tezgahta üç veya dört tane pide kalırdı.İşin en komik yanı da buydu.

O sıraları bekleyip,pidesini kapanlar, final maçında gol atmış futbolcu gibi heyecanla evinin yolunu tutardı.

El yakan sıcak pidelerden sokaklara türüm türüm kokular yayılır,kokuyu alanların iştahaları iyice kabarırdı.

İftar zamanı

Sıcak yaz aylarında en çok aranan iki şeyden biri soğuk karpuz ile soğuk sudur.Evimizin arkasındaki bahçede bir su kuyusu vardı.Bu kuyunun buz gibi suyu olurdu. Hem suyunu içer hem de karpuz soğuturduk bu kuyudan. Babam iftardan önce bu kuyuya karpuz sallar,iftar vakti iyice soğumuş olurdu.

İftara doğru her evden yayılan yemek kokuları ile mahallemiz bir baştan bir başa lokanta gibi kokardı. Yemeğini hazır eden anneler,ablalar kapılarının önlerinde sohbete başlar, kimileri de camdan onlara iştirak ederdi.

Vakit iyice daralınca bu kez pencere kenarlarına babalar kurulur, ellerindeki sigara ve çakmaklarla topun atılmasını beklerlerdi. Tiryakiler o saatlere doğru iyice nazlı ve agresif olurdu. Biz babamızı kızdıracak şeylerden uzak dururduk.

İftar vaktine kadar şen şakrak oyun hakkımızı kullanır “anı yaşamaya” devam ederdik.Yani top atımına kadar oyunumuzdan taviz vermezdik.Ama pencereden babasını gören çocuk “yakalanmış” sayılır doğruca evin yolunu tutardı.

Bazı muzır arkadaşlar iftarın önü-sıra torpil patlatır,milleti kandırmak isterlerdi.Bazıları da pencereden ezan okurdu. Ezan okuyanlar hemen popsuna bir şaplak ile içeri çekilir,gülüşmeler bağırışmalar karşı evlerden duyulurdu.

Top patlaması ile mahalleye bir sessizlik çökerdi. Tabak,kaşık sesleriyle karışık, radyolardan dini musiki ve dua sesi sızardı. Babam orucunu açmadan radyodaki o meşhur duayı sonuna kadar dinler, bize de dinletirdi. “Senin için oruç tuttuk,senin için orucumuzu açıyoruz..” şeklinde bir dua idi bu.

İftardaki yemeklerin içinde favorim, annemin yaptığı su böreği idi. Geniş bir tepside börek yapardı. O davul tipi fırına sığmadığı için “aygaz”ın üzerinde pişirirdi.Alt üst ederek nar gibi kızartır,çıtır çıtır yapardı.Ama ne yazıkki akşama kadar çeşit çeşit yemeklerin hayali ile bekledikten sonra, babamızın uyarmasına rağmen kana kana içtiğimiz su ile midemiz dolardı.

Teravihler
Yatsı ezanına doğru sokaklar tekrar canlanır,genç-yaşlı,erkek-kadın gruplar halinde camilere koşardı. Sarı lambaların aydınlattığı sokaklar beyaz örtülü kadınlarla daha bir aydınlık olur,ellerinden tutulan küçük çocuklar da bu manzarayı şenlendirirdi.

Camiye gidene kadar ha bire sessiz olması,yaramazlık yapmaması hususunda tembihlense de namaz başlayınca o çocukların içinden zapt edilmesi imkansız bir muzırlık taşardı.

Neden öyle olurdu ki?

Tam namaza başlayınca aklımıza komik şeyler gelir, ya birimiz yanılır,ya da başka bir vukuat çıkardı. Eğilip doğrulurken mutlaka komik bir şeyler bulurduk. Kendimizi bir müddet tutar,biraz direnir ardından teker teker kıkırdamaya başlardık.

İlçenin iki minareli tek camisi Kara Sait Camisiydi.Ramazanın simgesi olan mahya sadece bu caminin minareleri arasında olurdu.

Aklımda kaldığı kadarıyla en hızlı teravih de Tabakhane Camisinde kılınırdı.Cemaatin ilgisi fazlaydı, kalabalık olurdu.

İlk günler bütün camiler dolar,ilerleyen günlerde saflar bir bir azalırdı.Hele arefe gecesi iyice azalıp öksüz gibi olurdu camiler.Babam buna çok üzülürdü.Son geceler bizi özellikle teşvik ederdi.

Taşcamiinde Kadir Gecesi "Sakal-ı Şerif" açılır,teravihten sonra uzun sıralar olur,salavat eşiliğinde ziyaret edilirdi. Biz de çocuk halimizle büyük adamların arasına girer ziyarette bulunurduk.Kadınlar bu merasimi caminin üst katından perde arkasından seyreder,kendi sıralarını beklerdi.

Teravihten sonra geç saatlere kadar çarşı hareketli,dükkanlar açık parklar ve kahvehaneler dolu olurdu.
Namazdan sonra doğruca dondurmacıya gidilirdi.Parkın köşesindeki Şekerci Fikri’nin dükkanının önünde dondurma almak isteyenler yığılırdı. Gerçek sütten yapılmış,çeşit çeşit meyveli hakiki dondurmalar vardı o zamanlar.

Camiden çıkınca bizim için ikinci bir oyun faslı başlardı.Karanlıkta farklı oyunlar oynar, arada muzırlık yapardık. En heyecanlısı yol boyunca kapı zillerine basıp kaçmaktı.

Yaz sıcaklarının bastığı evlerde akşam oturması zor olduğu için kadınlar bir müddet daha kapı önlerinde oturur,çay sohbetleri yapardı. Ortalık iyice serinleyince ve babalar kahvehanelerden dönmeye başlayınca sokaklar boşalır,her kes evine çekilirdi.

Bu arada yıllar geçmiş,yaşımız ilerlemiş,bütün evlerde TV ler baş köşeye oturmuş, radyo ve radyodaki Hacivat ve Karagöz de unutulmuştu.

Sahura kalkmaya da nazlanır olmuştuk artık. Annemiz bir kaç defa yanımıza gelmeden kalkmazdık.
Yemek seçer,gönülsüz sofraya otururduk. Derken üniversite hayatı başlayınca ailemizden ayrıldık. O fasıl kapandı.Bundan sonra ramazanları gurbette, öğrenci arkadaşlarımızla yaşamaya başladık.Annemizin sofrasını,baba ocağını ve eski ramazanları arar olmuştuk. Halen de aramaktayız.

Şimdi o meşhur sözün sırası geldi sanırım; evet “nerde o eski Ramazanlar.”

Bu vesile herkese hayırlı ramazanlar diliyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan, isimsiz ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Eğitim Sistem yapılan yorumlardan sorumlu değildir.
Ali CÖRE Arşivi