Ali CÖRE

Ali CÖRE

Ne kadar cimriydin sen turşucu

Ne kadar cimriydin sen turşucu

(Bu yazı ile kızlı erkekli cafeleri dolduran ellerinde kağıt bardaklarla, adını söylemeye dilimin dönmediği kahveleri içen, huysuz ve doyumsuz z kuşağına inat, turşu suyu ve simitle x kuşağının nasıl mutlu olduğunun farkındalılğını göstemeye çalıştım. Umarım faydası olur. Olmasa da nostalji olur.)

Gizli Anahtar kelimeler: mutluluk, sevgi, saygı ve şükür
Taşköprü Lisesi'nin dik merdivenlerle çıkılan kapısız girişi. Toprak ve kumla kaplı bir bahçe. Merdivenlere kadar uzanan beş metre genişliğindeki eski, çatlak bir beton yol. Güzün serinliği ile kaplı ıssız bahçeyi güneş ısıtmaya çalışıyor.

Merdivenlerin başında iki kişi bu günde aynı yerlerinde bekleşiyor. Biri turşucu, diğeri simitci. İkisi de tanıdık biri. Çarşıda sokakta sürekli görüyoruz. Yazın sokaklarımızdan bağırırak geçiyor. "Dooonndurmaa Kaayymiikk" (Aslında kaymak demek istiyor) Şimdi dondurma zamanı değil. Ve sokataki çocuklar da okulda.
Simitçinin tezgahı yok. Kolunda ahşap bir sepet. İlk partiyi okulda satıp çarşıya gidecek. Kahvehaneleri gezecek. Çocuklar öncelikli.
Turşucu seyyar arabasının başında, ikisi de müşteri bekliyor.

İlk teneffüs zili çaldı. Okul binasının merdivenlerinden akın eden küçük çocuklar bahçeyi doldurdu. Kimi top oynuyor, kimi kantin sırası kapmaya koşuyor bodrum katına doğru.

Büyük abiler volta atmaya başladı bahçede. Sabah güneşi altında hava alıp hava atıyorlar. Ağır adımlarla beton yoldan merdiven başına kadar gidip geliyorlar. Bazen sayıları altı yediyi buluyor, bütün yolu kaplıyorlar. Karşılarında başka birilerinin volta atması çok zor. Ne de olsa son sınıftalar. Arada bir kahkahalı gülüşmeler. Dert yok tasa yok. Harçlıklar babadan. (Keşke hep öyle olsaydı)

Bazen karşılarından bir kız grubu geliyor. Centilmen olmak lazım. E nede olsa bayanlar. Grup ikiye ayrılıp yol veriliyor. Yanlarından geçilip gidiliyor. Ama sıradan bir geçip gitme değil bu.Gülümsemler, selamlaşmalar. Utangaç bakışmalar (Hafif yollu kesmeler.)

Turşucunun bisiklet tekerlerinden yapılmış yeşil bir arabası var. Üzerinde dört direkli bir çadır. Yağmurda güneşte başını sokacak kadar geriye doğru biraz çıkıntılı.
Kenarlardaki rafların yuvalarında ters çevrilmiş cam bardaklar dizili. Ön tarafa yerleştirilmiş bir tepsi. Altın gibi parlayan şam tatlısı.İnce ve küçük dilimler halinde tepside dizili. Üzerlerinde yer fıstığı gömülü.

Arabanın ortasında yuvarlak yeşil iki kanatlı ve menteşeli tahta bir kapak. Kapağın altında bir fıçı. (Ama arabanın içine gömülü olduğu için görünmüyor) Üç tarafı kapalı. Kapakların altında fıçının içindeki kepçenin kıvrılmış sapı görünüyor. Arada bir kapaklardan birini açıp diğer kapağın üzerine şakıradak bırakıyor. Kepçeyle ahşap fıçının içini karıştırıyor. Kepçeyi doldurup tekrar fıçıya boşaltıyor. Koşuşan çocuklar çoktan çevresini sarmış bile. Kepçeden fıçıya dökülen turşuyu seyrederken ağızları sulanıyor. Kırmızımtırak bir su. (O anda vişne şurubu bile göze görünmez.) Biraz acı, biraz ekşi ve tuzlu bir suya bakışıyorlar itişe kakışa.

Kepçenin içinde bol miktarda lahana var. Arasında biber, havuç, taze fasülyeler. Ama sadece turşunun suyu akıyor cam bardağa.
Sade suyu elli kuruş, lahana ve diğer sebzeler olursa bardağı 1 lira. (Yanlış hatırlıyor da olabilirim)

Aslında herkesin evinde aynısı var onun.Ama bu farklı. Mekan, zaman ve çevre yani "grup dinamiği" lezzet katıyor o suya. Turşunun suyu sıradanlıktan çıkıyor. Starbucksın kahvesinden bile lezzetli geliyor o zamanlar.

Abiler de o kalabalığa karışıyor. Bir elde taze, çıtır sıcak susamsız simidi ile turşucunun önünde sıradalar. Arada bir küçük küçük ısırıyorlar. Bitmesini istemiyorlar turşu suyu olmadan. Nihayet sıra geliyor. İbrikteki su ile cam bardaklar çalkandıktan sonra şırıl şırıl turşu suyu ile doluyor. Yanlışlıkla lahana parçaları da düşüyor bardağın içine.
Turşucu amcaya yağ yakılıyor onları almasın diye. O da dayanamayıp biraz lahana biraz havuç bırakıyor bardağa.

Başka bir şey ile o kadar lezzetli olmuyor simit.
İkisi biri birinin lezzetini destekliyor.
Kız arkadaşları kalabalığa giremiyor. Onlara da birer bardak alıp veriyorlar. Parasını vermek isteseler de kibarca "ikramımız" deniyor.
Rica ediliyor.Vay efendim ne demek. Lafı mı olur felan. Bir teşekkürleri yetiyor onlara. (Bir tebessümle de uçuyorlar.)

Zil çalıyor. Teneffüs bitiyor. Herkes koşuyor. Abiler biraz ağırdan alıyor. Simitin son parçası ağızda, turşu suyunun son kalanı yudumlanıyor. Ama bir şey eksik. Arabanın ön tarafına dayanan tepsideki altın renkli Şam tatlısı. Gözü arkada derse gidiyor abiler. Neyse bi daha ilk önce ondan başlanır yemeğe. Ya da öteki teneffüste de o yenir. Ucuz da değil ki. Kurşun kalem silgisi kadar bir şey 1 TL. Sadece kendisi olsa neyse. Sekiz on kişi olunca kimse tatlı ısmarlamaya yanaşmıyor. (Kız gibi herkes kendi parasını da vermek istemiyor. Erkek olmak ne zor)

Ve ben yıllar sonra bir akşam Balat'ta Kastamonu Turşucusundan turşu almak istiyorum. Ama kapalı. Tatlıcıdan Şam tatlısı alıyorum. Çay ocağına çekilip hem tatlı yiyorum hem çay içiyorum. Bi taraftan da bu yazdıklarım gözümün önüne geliyor.
Yine anacığımın dediği gibi "şaşudum" her halde.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan, isimsiz ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Eğitim Sistem yapılan yorumlardan sorumlu değildir.
Ali CÖRE Arşivi