Ali CÖRE

Ali CÖRE

Kargadan Hurafeye

Kargadan Hurafeye

Yanımızdaki evden bir feryat, bir fîgan yükseliyordu.
Dua gibi, yakarış gibi bir şeydi. Titrek, ince ve hazin bir kadın sesi. Yanık nir ilahî okur gibi ya da ölünün arkasından ağıt yakar gibi bağırıyor, yalvarıyor sanki ağlıyor.

Heyecan ve endişe ile pencereye koştuk. Bu ses nereden geliyordu? Kime ne olmuştu?

Sesin geldiği yer yanımızdaki evdi. Ve sahibi “ibik kadın” dı.
Bizim orda hemen herkesin bir lâkabı vardı. Asıl adı Hikmet’ti ama herkes gıyabında ona “ibik kadın” derdi.

Ben ilk önce “ibik kadın”ın kocası öldü zannettim. Hepimiz panik halinde camdan bakarak durumu öğrenmeye çalıştık. Karşımızdaki pencereden omuzlarıyla birlikte kafasını sarkıtmış, düştü düşecek bir vaziyette yandaki ağacın dalına doğru sesleniyor, yalvarıyordu. Dalda kara bir karga ötüyor, o öttükçe “ibik kadın” nın çığlık ve yakarışları da artıyordu.

Anneme sordum durumun içi yüzü nedir diye. “Oğlum karga uğursuzluk sayılır. “İbik kadın”ın bahçesinde ötüyor. Ahmet Ağa hasta olduğu için ölmesinden korkuyor. O yüzden karganın başka bir dala uçmasını istiyor” dedi.

Ben de çocuk ruhumla ve küçük kalbimle “inşallah bizim bahçemize gelmez” diye elimi açtım dua ettim.

O zaman öğrendim ki karganın ötmesi uğursuzluk getirirmiş.

Karga ve baykuş ötöesi en meşhur hurafelerden sayılır.Hurafe TDK na göre; “Dine sonradan girmiş yanlış inanç.” demekmiş.

Rahmetlik babam hurafelere takmıştı. Aklına yatmayan bir uygulama görürse işin aslını öğrenmek için önce müftülüğe gider, ordan sorar, eğer aldığı cevaptan tatmin olmazsa, hiç üşenmeden oturup diyanet işleri başkanlığına yazar ve işin aslını öğrenmeye çalışırdı. Yani hurafelerle bayağı bir mücadele ederdi.Ama kendisi de bazılarına inanırdı. Mesela sabah erken öten horozu sevmez, geriden geriye onunla kavga ederdi.

Hurafelerle ilgili ilginç bir şey de, kadınların hurafelere daha fazla inandığının sanılmasıdır. Oysaki bu konuda en az kadınlar kadar erkeklerde hurafelere inanmaktadır.

Diğer yandan hurafeler hakkında Diyanet İşleri Başkanlığı, '21. Yüzyıl Türkiyesi'nde Hurafeler" adı altında bir kitap hazırlamış.
Kitapda en çok dikkatimi çeken hususlardan biri, cenazenin 7., 40., 52. gecesi ile ölüm yıldönümünde hatim ve mevlit okutmayı hurafe sayması...Taşköprü’de bu yaygın bir uygulamadır.
Ancak ben bu konuda Diyanet gibi düşünmüyorum, zira Diyanet buna hurafe dese de,bu adet ölenin arkasından hayır ile yad edilmesine bir vesiledir. Güzel bir uygulamadır.

Anadolu’nun hemen her yerinde olduğu gibi bizim orda da türbe ve yatırlardan medet umulması,yeni doğan çocuğun dindar olması için göbek bağının cami avlusuna bırakılması hurafe sayılıyor.

Diyanet'e göre iki bayram arası nikahı uğursuzluk saymak da hurafe.

“Gece tırnak kesenin başına kötü şeyler geleceğini ve günah olduğunu söylemek hurafedir" diyen Diyanet, nazar boncuğu takmayı da hurafe saymış.

Öte yandan hurafelere inanmak ya da inanmasalar bile insanların hurafelere inanıyor görünmeleri, onları psikolojik olarak rahatlattığı iddia edilmektedir.

Anadolu’da o kadar çok hurafe var ki,mesela annem. Annemin adı bile bir hurafeye dayanıyor. Annemin adını Satı koymuşlar. Çünkü annem doğduğunda türbeye satılmış. Yani çocuğumuz olsun diye türbe, yatır gibi yerlerden medet umarak doğan çocuğa Satı veya Satılmış ismi konulurmuş.

Annem ateşe su dökmeyi uygun görmezdi. Ateşe su dökeni cinler çarparmış.

Köstek kesme adeti. Yeni yürümeye başlayan çocuğun düşmeden, doğru düzgün yürümesi için ayaklarına ip bağlayarak cuma namazından ilk çıkan kişiye ipin kestirilmesi külliyen hurafe.

Bir başka hurafede, yerde yatan küçük çocukların üzerinden atlanıldığında boylarının kısa olacağı.. Annem bu yüzden torunlarının üzerinden kimseyi atlatmazdı. Bu kadar dikkat etmesine rağmen hiçbirimizin boyu uzun olmamış.

Loğusalık ve kırk meselesi de hurafe imiş. Loğusa kadınların ve yeni doğan çocuğun kırkı çıkmadan evden çıkarılmaması gerektiğine inanılırdı.

Buna ilave olarak aynı anda doğum yapan kadınların karşılaşmasını da uğursuzluk sayarlardı. Buna “kırkı karışmak” denirdi.
Hatta yeni evlenen bir gelin ile yeni doğum yapmış bir kadının da karşılaşmasının iyi olmayacağına inanılırdı.

Ayrıca loğusa kadının herhangi bir şeyden zarar görmemesi inancıyla, bulunduğu yere süpürge, soğan, sarımsak asılır, yastığının altına iğne, bıçak gibi şeyler konurdu.

Düğünlerde gelin alma sırasında gelin ve damadın üzerine para, üzüm, şeker ve leblebi gibi şeyler atılırdı.

Elden ele makas, bıçak, iğne vermenin de uğursuzluk getireceğine inanılırdı.

Annemin en çok yaptığı şeylerden biri de, çok ağlayan veya hastalanan çocukları yıkayıp suyunda köz söndürmekti. Ne hikmetse o çocuk bu işlemden sonra ağlamasını keser ve rahatlardı.

Dilek ağaçları ve bu ağaçlara çaput bağlamak.Bu da hurafeler içinde önemli bir yere sahiptir. Vaktiyle ben de Zımbıllı Tepesinin eteğindeki bir ağaca çaput bağlamıştım.
Tabiki dileğim kabul oldu.

Bazı tatlı, espirili hurafelerimiz de vardır. Mesela halen daha sağ elimizin içi kaşındığında para mı gelecek diye ümitlenir, sol elimizin içi kaşındığında da para çıkacak diye endişeleniriz.

Cam ve porselen gibi eşyanın aniden düşüp kırıldığında, bir belanın defedileceğine işaret sayar, kıran kişinin sakarlığı ortaya çıkmasın diye hayra yorumlarız. Ve onu bu şekilde suçluluk duygusundan kurtarırız.

Hurafelerin toplum hayatına olumlu katkıları da vardır.Hurafe de olsa bazı uygulamaların insanları kaynaştırdığı,sosyalleştirdiği, acı ve mutluluğa ortak ettiği de bir gerçektir.

Buna ek olarak "te'vil-i ehadis" diye bir kavram vardır.Yani olayları yorumlayarak ondan ileriye dönük bazı çıkarımlar yapma ilmi demek bu. Bu konuda bazı insanlar kabiliyetlidir. Netice itibariyle "Tanrı istemezse yaprak düşmezmiş" demiyor mu Müslüm Baba.

Bize düşen karşılaştığımız olayları hep hayra yormak,güzel tarafından bakmaya çalışmak, pozitif olmaktır. Güzel gören güzel düşünürmüş.Güzel düşünen de hayatından lezzet alırmış.

Bu sabah sahurdan sonra kargalar beni uyutmadı. Avazı çıktığı kadar yine bağırıyorlardı. Camdan çıkıp şöyle bir baktım, kafasını havaya kaldırıyor, derin bir nefes alıyor arkasından boynunu uzatıp ayaklarına doğru eğilerek bağırıyordu.

"Yine kim bilir kimin başına kötü bir şey gelecek" dedim içimden.Geri uzandım yatağıma.Ama uzun süre bağırmalarına devam ettiler. Arada bir martılarda o gürültüye iştirak etti.Ama martıların sicili kargalardan temiz olduğu için onlardan endişelenmedim.

Kargalar sayesinde bu yazıyı yazmış oldum. İnşallah başıma kötü bir şey gelmez.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan, isimsiz ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Eğitim Sistem yapılan yorumlardan sorumlu değildir.
Ali CÖRE Arşivi