Pedagog Dr. Adem GÜNEŞ

Pedagog Dr. Adem GÜNEŞ

Bir öğretmen öğrencisiyle nasıl aidiyet kurabilir

Bir öğretmen öğrencisiyle nasıl aidiyet kurabilir

Öğrencilerin öğretmenlerini sevmesinin ve saymasının sağlanması için eğitimcilere neler düşmektedir ve bu sağlandığında nelere ulaşılabileceğinden bahseder misiniz?

Eğitimin birinci adımı, (bu adım geçilmeden diğer adımlara gelinemez) öğrenenin öğreticiyi sevmesi ve kabullenebilmesidir. Dolayısıyla eğer öğretmen kendisini sevmeyen bir grubun karşısında bir şeyler anlatmaya çalışıyorsa yazıktır o çocuklara.

Öğretmenliğin ilk adımı kendisini sevdirebilmektir. Sevdirerek onların vicdan kapısını, kabullenebilme kapısını açacak. Zihin kapıları sevgiyle açılacak. Sevildiği zaman açılır çocuklar. Ondan sonra o yumuşacık zemin üzerinde öğreticilik başlar.

Birinci aşama öğrencinin öğreticiyi sevmesidir. Peki bunu nasıl sağlayabiliriz?

Bir kişinin bir başkasını sevebilmesinin temel şartı da şudur:

Büyüklük duygusu içerisinde olunan birisi sevilmez. Yani çocuklara büyüklük duygusuyla, büyüklük ruhuyla yaklaşırsak, öğretmenliğin o verdiği statüyle yetişkinliğin vermiş olduğu o statüyle, büyüklük duygusu ve gururu ile çocukların karşısına geçmişsek o takdirde öğrencilerin, öğrenme kapılarının kapalı olduğundan ve bizi sevme reflekslerinin ölü olduğundan emin olabilirsiniz.

Evet, çocuklar karşımızda sıralara oturmuş olarak, böyle gözleri açık olarak, bizi dört gözle dinliyor olabilir ama büyüklük ruhuyla karşıda duran bir öğretmeni çocuklar sevmez.

Büyüklük duygusuyla öğretmenlik yapılamaz. Çocuklar büyüklük duygusuyla karşısında duran kişiden evet bir şeyler öğrenebilir ama bu geçici hafızaya kaydedilir. Çocuğun sindirilmiş hafızanın içerisine bir bilgiyi kaydedebilmesi için karşısındaki kişiyi kabullenebilmesi ve sevebilmesi lazımdır.

Hemen ana başlıklar ile söyleyeyim hocamızın cevabını:

Öğretmenliğin şartlarından bir tanesi de hissedebilmesidir. Her çocuğu hissedebilmesidir.

Ahmet en arka tarafa oturmuş, Mehmet ön tarafta ha bire elini kaldırıyor, bağırıyor, bir şey anlatmaya çalışıyor, kendini sergilemeye çalışıyor. Ama arkadaki çocuğu eğer hissedemiyorsanız ve kontrol çocukların elindeyse, sizden çıkmış ise… yine öğreticilikte eveet, ön taraftakilere karşı başarılı olursunuz ama arka taraftaki öğrenciler sizden alacaklarını alamaz. O alamayan öğrenciler de yarın sizin için sıkıntı olur.

Bir şey daha söyleyeyim: Maalesef ama maalesef en çok yapılan yanlışlardan bir tanesi sınıf içerisindeki en başarılı öğrenciye odaklanıyor öğretmenler.

Aman Ya Rabbim nasıl olur böyle bir şey! Öğrenciler arasında ayrımcılık yapıyor. Ahmet ikide bir elini kaldırıyor. “Söyle Ahmet sınıf duysun bakim seni.” Ahmet söylüyor patır patır. Böyle bir şey olabilir mi?

Mehmet’in ruhu hiç mi düşünülmez. Mehmet’in o sırada algılama gücü belki Ahmet kadar olmayabilir ama böylesi bir ortama neden Mehmet de cezalandırılarak sokulur.

Hâlbuki çocuklar sınıfın içerisinde öğretmen tarafından kendilerine öyle adilane yaklaştığını hissetmesi lazım ki çok bilen öğrenci bile öğretmenin adil tutumundan kendisine bulaştığını hissettirebilmek için bir gün elini kaldırmaması lazım.

Öğretmen sorduğunda Ahmetciğim sen niye elini kaldırmıyorsun dediğinde “İşte, biraz da arkadaşlarım cevap versin” diyebilecek ruhta öğrenciler yetiştirmek lazım.

Maalesef gördüğüm şey, öğretmenler başarılı öğrencilerle daha çok içli dışlı oluyorlar. Akıllı uslu duran öğrencilerle daha içli dışlı oluyorlar. Bu ise diğer öğrenciler için, gelecek adına oldukça tehlikeli bir şeydir.

Sevgi ve ilgiden yoksun bırakılmış arka taraftaki öğrenciler; o öğretmen için de, o okul için de, sonra hayata atılacakları o toplum için de ciddi derecede sorundur.

Çocukları koşullu bir sevgiyle şartlandırmayalım ne olur!

Sen başarılı olursan seni severim duygusunu, hissini öğretmenler çocuklara vermesin.

Eve gidiyor çocuk, Ayşe eve gidiyor. Annesine anlatıyor: “Öğretmenim hep Fatma’ya söz veriyor. Fatma hep başarılı.” Anne de diyor ki: “Kızım sen de başarılı olsan sana da söz verir öğretmen. Hadi… bak onun için dersine iyi çalış.”

Böyle bir terbiye, böyle bir eğitim yok!

Çocuğu şartlandırarak,

“Senin sevilebilmen için çarpım tablosunu ezberlemen lazım.”

“Öğretmenin seni sevebilmesi için derslerini iyi yapman lazım.“

Çocuğu sahte bir benliğin içerisine sokar.

Hayır, çocuk olduğu gibi kabul edilen bir ortamda çiçek gibi açar.

Kendisini olduğu gibi kabul etmiş bir öğretmenin karşısında kendini sergiler çocuk.

Olabilir, bir çocuğun gelişim seviyesi, zihni performansı diğer çocuktan daha öncedir, diğeri birazcık daha geridedir. Ama eğer çocuklara olduğu gibi onları kabul ettiğinizi hissettirirseniz geride olan çocuk da mutlak surette diğer çocuklara yetişecektir.

Bu konuyla ilgili şunu söylemek istiyorum öğretmenlere…

Maria montessori ismini mutlaka öğretmen arkadaşlarımız duymuşlardır.

Eğitimde bir reform yapan, eğitimde bir çığır açan ve Nobel Barış ödülüne 1900 lü yıllarda aday gösterilen bir hanımefendi. İtalyan bir poffesör.

Kendisinin geliştirdiği, “İnsana insan gibi değer verip, çocuğu olduğu gibi kabul ettirilen bir eğitim sistemi”ni ortaya koydu. Montessori Eğitim Sistemini.

Bu sistemi ilk ortaya çıkardığında kiminle denedi bunu biliyor musunuz?

Zihinsel engelli çocuklarla denedi. Bir grup zihinsel engelli çocukların yanına gitti. Onlara kendini sevgiyle kabul ettirdi.

Koşulsuz bir sevgiyle ama. Sen şunu yaparsanki sevgiyle değil.

Ve her çocuğun öğrenme hızına göre onların yanında bulundu. İlgiyle bulundu ve kendi geliştirdiği o yöntem ile zihinsel engelli çocukları hazırladı, daha sonra zihinsel engelli çocukları ülkesel çapta yapılmış olan bu günkü ÖSS sınavı gibi bir sınava soktu. Hiç haber vermeden diğer çocuklar sınava girmişken zihinsel engelli çocukları sınava soktu.

Ve zihinsel engelli çocuklar o sınavda gösterdikleri başarıyla hayretler içerisinde bıraktı insanları. Anne babalar şok geçirdiler. Kendi çocukları zihinsel engelliyken üniversite sınavlarında başarı elde ettiler.

Yani çocukların eğer olabilir ki birazcık biri geriden gidiyor, birazcık belki biri ileriden gidiyor. İleride giden çocuğu teşvik ederek, onu örnek göstererek, öbür çocukları ezerek bir başarı sağlayacağını düşünüyorsa bir öğretmen… çok çok çok yanlış ediyor.

Belki en öndeki o başarılı öğrenci alkışlanabilir, buna reprezentatif başarı diyoruz. Salonlara çıktığında koca koca insanlar o çocuğu tek başına alkışlayabilir.

O çocuk sınıfın içerisinde alkışlandıkça sınıftaki diğer arkadaşları eziliyor ise bu öğretmen hiç de öyle başarılı bir iş yaptığını düşünmesin.

O öğrenciyle övünürken diğer çocuklar başlarını eğip omuzlarının içerisine gömüyorlar, tıpır tıpır gözlerinden yaş akıyor ise bu çocuğun yanına gidip sen de yapsaydın ama sen de başarılı olurdun demek ikinci bir vicdansızlıktır.

Çocuk Deyip Geçmeyin Bölüm 15 Kısım 5 ve 7- 8 Aralık 2009

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan, isimsiz ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Eğitim Sistem yapılan yorumlardan sorumlu değildir.
Pedagog Dr. Adem GÜNEŞ Arşivi